İZLİYORUM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İZLİYORUM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Nisan 2009 Salı

K-PAX

İzlediğim ilginç filmlerden bir tanesi. Kevin Spacey'i az çok herkes tanır. Oyunculuktaki ustalığı takdire şayandır hakikaten. Bu filmde de harika bir performans çıkartmış bence.

K-Pax gezegeninden gelen Prot adında bir uzaylı. Robert isminde dünyadan bir çocuğa zihinsel yolla arkadaşlık ediyor. Çocuk büyüyüp evleniyor, çocukları oluyor ve birgün caninin biri eşine tecavüz ediyor ve çocuğuyla birlikte öldürüyor. Adam bu acıya dayanamıyor ve katili öldürdükten sonra nehirde intihar ediyor.

Prot adamın cismine girerek dünyayı gezmeye ve rapor hazırlamaya başlıyor ve akıl hastası olduğu gerekçesiyle akıl hastanesine kaldırılıyor. Bir doktorla aralarında geçen muhabbetlerle film sürüp gidiyor ve en sonunda gezegenine geri dönüyor.

Fikir enteresan, sıradışı. Beni en çok etkileyen kısmı, dünyamızdaki mevcut sistemi, genel geçer doğrularımızı, aile hayatımızı sorgulaması. K-pax'de aile yok. Çocuklar biyolojik olarak üretiliyor ve toplumun her bireyi sırayla bildiklerini çocuğa aktarıyor. Kuralar yok, yasaklar yok, cezalar yok, devlet yok. Herkes yapması gerekenleri biliyor ve yapıyor. Bunlar kulağa tabiki imkansız geliyor. Ancak diyorki cana can, dişe diş kuralını siz kendiniz uydurdunuz ve kendi kendinize inandırdınız diyor. İlginç değilmi islamiyette de kısasa kısas vardır ama bazı kurallar dahilinde ve cezası devlet tarafından verilmek kaydıyla. Kötülük yapana iyilikle muamele etmek dinimizin temel kurallarından ama takan kim değilmi!

Bir başka ilginç nokta da şu. Diyor ki K-pax'da sorun yaşamak yok, pürüzsüz bir sistem işleyip gidiyor. Ama aile olmadığı için sevgi yok, özlem yok. Ailenin ilk başta gereksiz olduğunu düşünüyor ama sonra yaından görünce ailenin ne kadar gerekli olduğunu, kıymetinin bilinmesi gerektiğini, küçük sorunlar büyütülerek ayrılıklara ve küskünlüklere neden olmasının doğru olmadığını anlıyor ve insanlara farklı gezegenden birisinin gözüyle anlatıyor.

Ailelerimizin kıymetini bilelim. Sevgi ve saygıdan asla taviz vermeyelim. Sevmeden sevilmek mümkün değil. Sevelim sevilelim...

3 Nisan 2009 Cuma

CENNETİN ÇOCUKLARI











Geçenlerde bir filmi izledim. İsmi cennetin çocukları, İran yapımı imiş. Sanırım film de iranda geçiyor. Fakirliği, çaresizliği konu eden acıklı ama sahici bir film.
Başrolde iki küçük çocuk, iki kardeş, ikiside birbirinden tatlı, ikiside birbirinden anlayışlı. Hüzünlerini, duygularını o kadar güzel gösteriyorlarki, kendinizi kaptırmamanız mümkün değil.

Bir ayakkabıyı iki kardeş ortaklaşa kullanmak zorunda kalıyorlar. Kız kardeşi sabahçı okuldan çıkar çıkmaz koşa koşa geliyor abisi giyip koşarak okula gidiyor. Kız abisine ayakkabıyı yetiştirmek için koşarken ayakkabı büyük olduğu için ayağından çıkıp kanala düşüyor.

O anda siz kendinizi bırakıveriyorsunuz artık. Yanınızda bir mendil bulundurmak şart oluyor.

Filmi eşimle birlikte seyrediyorduk. Eşim bir ara kalkıp "ben artık dayanamıyorum, sen o kadar mazoşistsen kal izle" dedi. Ağlamamak elde değil, kendinizi tutamıyorsunuz.

Bana hayatta sahip olduklarımın kıymetini hatırlattı. Herşeyi dert ediyorsanız, yokluktan şikayet ediyorsanız, arabanızın modelini yükseltemediğiniz yada ikinci evi alamadığınız için hayıflanıyorsanız bu filmi mutlaka izleyin.

Fakirliği, imkansızlığı, çaresizliği hiç abartmadan öyle güzel göstermişler ki kalbinizin ta derinliklerinde hissediyorsunuz.
Bu bir film, gerçek hayat değil. Ama eminim ki gerçek hayatta daha kötüleri de vardır.

Hem kendi sahip olduklarımız için Allaha şükretmeliyiz hemde ihtiyacı olanları, başta yakınlarımızı kollayıp gözetmeliyiz.

Size iyi seyirler diliyorum.













24 Şubat 2009 Salı

ISSIZ ADAM


Televizyon programlarında ıssız adam hakkında pek bir sık bahsediyorlar. "ıssız adam"la nostalji yaşamışlar da, eski müziklerin güzelliğini tekrar hatırlamışlar da bilmem ne!! Oyuncuların performansı harikaymış ta, o ödüle bu festivala aday olmalıymış kesin kazanırmış filan diyenler de var. Bu söylenenlere aldanarak biz de aldık heyecanla izledik.
Benim daha ilk on dakikadaki tepkim aynen şu oldu: "Televizyondaki bu entel dantel takımının bir filmi beğenmesi için illaki sapık, saçmasapan, terbiyesiz konuşmaların sıkça zikredildiği bir film olması gerekiyor" oldu.
Daha önce üç maymunu izlemiştik. Onda da aynı aynı ahlaksızlıları güya "çok güzel irdelemişlerdi".
Yine TV'deki söylenenlere göre Kültür Bakanlığı son zamanlarda çekilen filmlerin bazılarına teşvik veriyormuş. Elbette versin ona sözümüz yok. İyi filminiz yoksa tanınmazsınız. Kendinizi dünyada iyi tanıtamazsanız bir meramınız olduğu zaman dünyaya kendinizi anlatamazsınız.
Ancak bu sapık filmlere de devlet teşvik vermiş ise bilsinler ki eğer benim ufacık ta olsa bir hakkım varsa o parada, kesinlikle helal etmiyorum.
Umarım bir gün başkalarının pearl harbor'ı çektiği gibi bizimkilerde çanakkale destanını çekerler de dünyaya nam salarlar. Ne diyelim dervişin fikri ne ise zikri de o olurmuş. İnsanın içinde ne olursa çektiği filmlere de o yansır elbet.

19 Şubat 2009 Perşembe

BENJAMİN BUTTON

Akşamları televizyonun karşısına oturup film izlemek çok hoşuma gidiyor. Her ne kadar televizyon izlemenin pasif bir iş olduğunu, beyni çalıştırmadığından gerilettiğini, vücudu kullanmadığınızdan dolayı da hantallaştığınızı söyleseler de, araya reklam girmeden baştan sona bir filmi seyretmenin tadına doyum olmuyor.
Sanırım böyle durumlarda ben kendimi çok kaptırıyorum. Eşim ben televizyon izlerken kendimden geçtiğimi, adeta transa geçtiğimi, kimseyi duymadığımı söyler.
Akşam servisten indikten sonra yol üzerinde bir film satıcısı var. Sık sık film alıp izliyorum ama son zamanlarda hayranlıkla izlediğim pek film olmamıştı taki Benjamin Button'a kadar.
Çok enteresan bir film çekmişler hakikaten. Hayatın anlamını, yaşamın düzenini baştan sona değerledirme ihtiyacı hissettiriyor insana. Eğer insan yaşlı bir şekilde doğup gün geçtikçe gençleşseydi nasıl olabileceğini, hayatımızın nasıl değişeceğini çok güzel işlemişler. Yaşlanmanın da bir nimet olduğunu daha iyi anladım sanırım. Allah öyle bir düzen kurmuş ki bebek olmanın da, yaşlanmanın da bir nedeni, hayatta bir yeri var.
Filmin sonunda eşime sordum "filmde gereksiz bir sahne varmıydı sence" diye. O da benimle aynı fikirde olsa gerek ki çok beğendim, tüm detayları çok iyi çekmişler, hiç gereksiz bir sahneye yer vermemişler" dedi. Başroldekilerin de hakkını vermeden geçmemek lazım tabi.
Âmâ bir usta tarafından yapılan ve geriye doğru çalışan bir saatin varlığından bahsediyordu. Ustanın oğlu savaşta ölmüş ve usta zamanın geriye doğru akmasını istediği, böylece oğluna kavuşabileceğini hayal ettiği için saati bu şekilde yapmış.
İnsanların doğa üstü gayretlerini ve azimlerini izlemek benim için iyi bir motivasyon kaynağı oluyor.
Allah izin verdikten sonra insanoğlunun yapamayacağı hiç birşey yoktur diyorum.