GEZİYORUM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
GEZİYORUM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mayıs 2010 Pazar

PASTIRMA KOKULU ŞEHİR KAYSERİ

Yıllar önce bir vesileyle Kayserinin içinden geçmiştim. Kisa bir süre şehir merkezini görme fırsatım olmuştu. Aklımda yalnızca pastırma kokusu kalmış.

Bir yakınım kızının düğününe davet etti sağolsun, bizde davete icab etmek lazım dedik ve bunu fırsat bilip atladık gittik.

Kayseriye nasıl gidilir ?

Ankara'dan kayseriye arabayla gidiyorsanız, Ankara-Kırıkkale-Kırşehir-Kayseri güzergahını kullanmanız gerekir. Yaklaşık dört saat kadar sürüyor. Kırıkkaleye girmeden sağa Kayseri tabelasını görürsünüz. Sonrasında bir yere dönmeniz gerekmiyor, ana yol sizi Kayserinin girişine kadar götürüyor. Girişte yol sola Nevşehir tarafına, sağa şehir merkezine doğru ayrılır. Sola dönüp dosdoğru gittiğinizde şehrin göbeğine varırsınız.

Kayseride nereler gezilir ?

Kayseride eminim birçok gezecek yer vardır. Hatta gitmeden şöyle bir araştırıp bakmıştım gezilecek yerlere. Ancak Kayseriye gidince yalnızca bir-iki saatimiz olduğu için şehir merkezinde turlamayı seçtik.

Aşağıda gördüğünüz Kayserinin sembolü Hunat Camii, çok güzel bir mimarisi var. Selçuklu sanatını tam anlamıyla yansıtan bir eser diyebiliriz.


Kapının hemen üzerindeki şekil çok dikkatimi çekti. Kiliselerin çan yuvasına benziyor. O dönemlerde anadoluda rumlar bulunduğu için, kiliselerden etkilenilmiş olabileceğini tahmin ediyorum. Daha ileri geçmeden konuyu sanat tarihçilerine bırakıyorum :)

Kapının islemesi tam anlamıyla bir şaheser. Eminim bu islemenin bir anlamı vardır. Ecdat ne güzel yapmış. Her camiye girişinizde böyle güzel bir sanat eserinin altından geçmeniz size çok önemli bir yere girdiğinizi hatırlatır.


Burası da meşhur kalesi. Şimdiye kadar bir çok yer gezdim ve birçok kale gördüm. İşi bilenler müze haline getirmişler, bilmeyenler yıkılmaya terk etmişler. Ancak Kayserililer gibisini ilk defa gördüm. Kalenin içini çarşı haline getirmişler. Kayserili ticari zekâsı hakkındaki ununu bos yere kazanmamış. Helal olsun diyorum :)



Aşağıda şehir meydanını görüyorsunuz. Tam ortasından tramvay geçiyor. Her tarafı çiçeklerle, ağaçlarla, lalelerle süslemişler. Yerler temiz, banklar bakımlı. Belediye başkanını tebrik ediyorum, çok hoş bir şehir merkezi olmuş.






Kale ile caminin arkasında büyük bir kapalı çarşı bulunuyor. Hep söylerim ecdat her yere büyük bir cami, güzel bir hükümet konağı ve bir çarşı yaptırmıştır diye. Kayserideki kapalı çarşı görülmeye değer. Özellikle tavanı çok ilgimi çekti. Aşağıdaki resimde tavandaki mimari üstünlüğü görebilirsiniz. Çarşıya ekleme olarak yapılan yerin tavanı ile eski bolumun tavanına bakarsanız, çağlar boyunca katettiğimiz mesafeyi gerebilirsiniz :) Yanınızda çocuğunuz var ise özellikle ona gösterip ileride bir is yapar ise en iyisini yapmasını öğütleyin derim. Çünkü ecdat en iyisini yapmış. Bizim simdi yaptığımız gibi bastan savma yapmamış.Gelelim pastırmaya :)

Kapalı çarşının girişinde ve yan sokağında pastırmacıları görebilirsiniz. Biz çarşıya girmeden biraz pastırma alıp gezerken çerez niyetine yiyerek gezdik. Biraz ayıp oldu ama ne yapalım çarşıyı pastırma yiyerek gezmek daha keyifli oluyor :) Sadece pastırma yemek için bile Kayseriye gidilir derim. Ancak, aksam düğüne gidecekseniz biraz daha dikkatli olmanız gerek. En azından yanınızda kuvvetli bir sakız bulundurmanız sizin için iyi olur :)

Pastırma fiyatları 35 ila 80 TL arasında değişiyor. Yağsız ortalama bir pastırma 45-50 TL arası. Güzelce dilimleyip paket yapıyorlar. Plastik bir poşete koyup, bir makineyle havasını çektiriyorlar ve ağzını presliyorlar. Yanınızda taşırken asla koku vermiyor. Uzun yola dayanabiliyor. Bir kez daha helal olsun diyorum bu Kayserililere. Akli olana ekmek kapısı çok. Yeter ki kafayı kullanmayı öğrenelim.


Kayserinin endamını seyretmeden geçmek te ayıp olur. Zaten görmeme imkanınız yok, zira şehre girerken tüm ihtişamıyla size adeta manzara ziyafeti sunuyor.

Gezelim, görelim Mevlamın verdiği güzellikleri...

Sağlıkla kalın, sağlıcakla kalın...

3 Mayıs 2010 Pazartesi

AMASYA GEZİSİ

İnsan ecnebi memleketlerinde yaşarken her fırsatı değerlendirip farklı yerlere gitmeyi, görmeyi kendine amaç ediniyor. Ancak kendi memleketimizde pek fazla gezip görmeyi adet haline getirmeyiz. Arkadaşlar arasında konuşurken hep bu mevzudan dem vururuz.

Geçen hafta yine böyle bir mevzu açılmıştıki çok sevdiğim iş arkadaşım hafta sonu Amasya'ya gideceğiz gelin beraber gidelim dedi. Hele dur içişleri bakanına bir sorayım, eğer uygun görürse gidelim dedim. Neyseki hanım da uygun gördü ve hafta sonunu Amasya'da geçirdik.

Uzun zamandır gidip görmeyi arzu ettiğim bu nadide şehir hakkında izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istedim.

Amasyaya Nasıl Gidilir:

Biz Ankaradan gittiğimiz için Ankara-Amasya arası nasıl gidilir onu anlatayım.
Ankara'dan Kırıkkale - Sungurlu-Çorum - Amasya şeklinde gidiliyor.

Kırıkkalenin içine girmeden çevre yolundan devam etmeniz daha iyi olur. Ancak kazara Kırıkkale'nin içine girerseniz de sorun yok çünkü ana caddeden ayrılmadan devam ettiğiniz takdirde sonunda yine ana yola çıkıyorsunuz.

Kırıkkaleyi geçtikten sonra 20-25 km sonra Şoförler Federasyonunun dinlenme tesisinde durup bir çay içebilirsiniz.

Çorumdan sonra sanırım 30 km kadar sonra Amasya tarafına sağa sapıyorsunuz. Amasyanın içerisinde kaybolmanız neredeyse imkansız. Arzu ederseniz Amasyanın içine girince ana caddeden sonuna kadar gidip sonra aynı güzegahtan geri dönün, Amasyanın yollarının öğrendiniz sayılır.

Bununla birlikte, oteller Yeşilırmağın öbür tarafında ve arabayla belirli köprülerden karşıya geçiliyor. Eğer Öğretmenevi veya yakınındaki bir otelde kalacaksanız: şehrin tam ortasına kadar ana yoldan ilerleyin, göbekte Kaya mezarları tabelasını göreceksiniz, sol tarafınızda hemen yolun altında büyük bir atlı Atatürk heykeli göreceksiniz, göbekten sola dönüp heykelin sağından 15 metre kadar alt yola kadar ilerleyin ırmağın kenarına varacaksınız, sola dönüp . 5-6 metre sonra sağa köprüye çıkın, köprünün sonunda öğretmenevini göreceksiniz. Sola giden sokak Teyfik Hafız Sokak. Tek yöndür ve otellerin ve konakların çoğu bu sokak üzerindedir.


Amasyada Gezilecek Yerler:

Eminim gezilecek birçok yeri vardrı ama haliyle ben yalnızca gezdiğimiz ve gördüğümüz yerleri
anlatacağım.

Amasya Camii:

Bu cami Selçuklular zamanında yapılmış. Eminim özel bir isimle anılıyordur ancak genel olarak Amasya camii olarak biliniyor. Nehrin kenarında iki minareli büyük bir cami. Avlusunda büyük bir şadırvan var. Aşağıda çektiğim resimleri görebilirsiniz. Ecdat ne güzel yapmış helal olsun onlara. Şadırvanın tavanını ince ince işlemişler, resimler yapmışlar. Sanki İstanbul sevdasını oraya resmetmişler.

Caminin içine girince insan huzur duyuyor. İç duvarlar boyanmadan kendi doğal hali korunmuş. İki ana kubbe ve 6 adet küçük kubbeden oluşuyor. Kubbelerin işlemeleri birer sanat harikası, her tarafında güzel hat yazıları insanı adeta büyülüyor. Aykırı ve alakasız renklerin olmadığı gibi uyumsuz renkler de kullanılmamış. Allah emeği geçenlerden razı olsun.

Ecdadın 500-600 yıl önce yaptıklarına bakın, bir de kafanızı kaldırıp şimdiki modern, medeni, gelişmiş, ülkemiz yapılarına bakın ! Birince incelik, zerafet, güzellik, sanat ruhu var. Diğerinde ise kabalık, sanattan güzellikten yoksun bir ruh. Biri neredeyse bin yıl ayakta duruyor. Diğerinde 20 yıllık dediğinizde eski bina diye bakılıyor.


Amasya Müzesi:

Ana cadde üzerinde, merkeze doğru gelirken sağda pembe bir bina. İki katlı bir müze. Alt katında eski çağlardan kalan çanak, çömlekler, süs eşyaları, paralar, heykeller bulunuyor. Üst katta ise Osmanlı zamanında kalan eserler, el yazması kuranlar, savaş aletleri, mutfak eşyaları, cam eşyalar sergileniyor. Tam anlamıyla tarihte bir yolculuk. Vaktiniz var ise çocukları gezdirip tek tek anlatabilirsiniz. Eminim onlar için çok anlamlı olur.

Bahçe kısmında roma döneminden kalma lahitler, sütun parçaları görebilirsiniz. Ayrıca türbe benzeri bir yapının içinde ilhanlılar döneminden kalma olduğu mehmet izzettin beyin ve ailesinin mumyaları olduğu iddia edilen mumyalar bulunuyor. Çocukların götürülmemesini tavsiye ederim. Ayrıca, bu zatın ismi müslüman ismi olmasına rağmen mumyaların olması bana sorgulanmaya ihtiyacı olan bir bilgi gibi geldi doğrusu.

Kaya Mezarları:

Bir kaç bin yıl önce nehrin karşı tarafında Amasya kalesinin içinde kayaları oymak suretiyle büyük lahitler haline getirmişler. Taştan merdivenlerden tırmanarak çıkıyorsunuz. Bir yerden sonrası artık atletik yapı gerektiriyor. En azından ayağınızda bir spor ayakkabı yada kaymayan bir ayakkabı olması elzem.

O kadar yolu çıktıktan sonra biraz hayal kırıklığı yaratıyor. Ancak o yükseklikten Amasya güzel görünüyor. Fotoğraf çekmek için birebir. Aşağıda gördüğünüz resimleri kaya mezarlarının olduğu yerden çektim.

Şehzadeler Müzesi:

Aşağıda şehzadeler müzesinde çekmiş olduğum bir kaç resmi görüyorsunuz. 2007 yılında inşa edilmiş iki katlı bir müze. Alt katta Amasyada valilik yapmış ancak padişah olamamış şehzadelerin: Mehmed Çelebi, Alaaddin Çelebi, Ahmet Çelebi, Bayezid Çelebi ve Mustafa Çelebi, üst katta ise padişahlık yapmış olanların: Yıldırım Bayezid, Çelebi Sultan Mehmed, II. Murad, Fatih Sultan Mehmed, II. Bayezid Han, III. Murad ile Amasya doğumlu olan Yavuz Sultan Selim'in balmumu heykelleri sergileniyor.

Çok büyük bir müze değil ancak Amasyaya gelip te görmeden olmaz derim.


Amasyada Ne yenir, Nerede yenir?

Amasyada bir kaç farklı yerde birşeyler yedik. Ama ben size memnun kaldığım iki yerden ve beğendiğim yemeklerden bahsedeyim.

Seyir Kafe:

Seyir kafe Amasyanın güney yamacında epey yüksekte bir çay bahçesi. Ana cadde üzerinde ışıklarda, sağa yukarıya doğru çıkıyorsunuz. Biz oraya akşam çay içmeye gittik. Manzaraya doyum olmuyor. Binaların ışıkları yeşilırmağa yansıyor. Çok güzel bir görüntü izleme imkanı buluyorsunuz. Biz bir semaver isteyip tam bir çay sefası yaptık. Etrafını camla kapattıkları için gayet sıcak oluyor ve gayet nezih bir yer. Gönül rahatlığıyla gidilebilir.

Amasia Mutfağı:

Nehrin karşı tarafında nehirden de ismini görebilirsiniz. Yaya köprüsünden geçtiğinizde hemen girişine varırsınız. Balkonda müsait yer bulursanı nehre karşı güze bir ziyafet sizi bekliyor.

Güveçte kuru fasulye, keşkek, bakla sarması ve ev baklavası deneyip tadı damağımızda kalan yemekler. Ancak dikkatimi Amasya'ya özel bir yemek olarak bakla sarması haricinde özel bir yemek göremedim yada tam olarak garsonlar anlatamadılar:)

Hediyelik eşya nereden alınır ?
Teyfik Hafız sokak üzerinde, Amasia mutfağın hemen arkasında, Kaya mezarlarına çıkışın başlangıcında sergiler açılıyor. İncik boncuk, süs eşyaları, magnetler gibi hediyelik eşyaları sergilerden veya aynı meydanda bulunan dükkanlardan alabilirsiniz.

Sergilerin bulunduğu alanda cumartesi ve pazar günleri park etmek yasakmış. Bizde acı tecrübeyle öğrendik. Meğer vali bey ve avanesi hafta sonları bu sokakta yürüyüş yaparlarmış. Akşamdan park etseniz bile sabah çok erken almanız gerekiyor.

Biz Amasyayı sevdik, eminim sizde seveceksiniz ...

Çok gezen mi bilir, yoksa çok okuyan mı? Cevap: Bence her ikisinin de yeri ayrı :)

19 Nisan 2010 Pazartesi

ViYANADA MAHSUR KALDIM ...


Islerimin yogunlugu nedeniyle uzun zamandir blogumla ilgilenemiyordum. Artik herkese malum olan Izlandada yanardagin patlamasi vesile oldu. Nasil yani ne alaka dediginizi duyar gibiyim.

Soyle oldu anlatayim. Resmi bir gorev icin Viyanaya geldim. 17 nisan cuma gunu isim bitti ve ertesi gunu donuyorum. Organizasyondan sorumlu kisi havaalaninin kapanma ihtimalinin oldugunu soyledi. Yok canim Izlanda nere Viyana nere deyip gectim. Saka gibi bir sey. Sonra takip etmeye basladik. Once bir kac saatligine kapanacak gibi gorunuyordu, saatler ilerledikce gordukki durum ciddi ve biz bir sure daha Viyanada kaliyoruz.

Telefonla Ankarayi arayip Viyanada mahsur kaldigimizi soyledik. Viyanada mahsurmu kalinir dediler. Arayip da bulamadiginiz sans dediler. Hakkaten kulaga hos geliyor. Zaten isimiz yogun gecmisti. Bir taraftan da yagmur yagdi. Viyanayi soyle doya doya bir gezememistik. Gezelim bari dedik.

Asagidaki resimleri ben cekmedim dogrusu. Ama cektigim resimleri de ayrica sizinle paylasacagim.

Bu gordugunuz zati muhterem Mozartin ta kendisi. Guzel bir parkin girisinde insanlari selamliyor. Hemen onune de bir nota isareti yapmislar. SIK olmus.

Sehir merkezinde uzun uzun caddeler ulasima kapatilmis. Insanlar sanat eseri sayilabilecek binalarin arasinda gezip fink atabiliyorlar. Her kose basinda enterasan bir atraksiyon goruyorsunuz. Farkli muzik aletleri ile insanlari eglendirenler, sprey duvar boyalari ile resimler yapanlar, karikaturculer, grup halinde muzik resitali verenler daha neler neler.
Binalarda yuzyillarin tarihi dokusunu korumuslar. Sanki bu sehir Turkler tarafindan muhasara edilmemis, 1. Cihan harbine girmemis, ardindan Hitler tarafindan alinmamis. Merzifonlu Kara Mustafa Pasa da sehrin yikilmasina gonlu razi olmadigi icin agirdan almis kendileri teslim olsun diye. Yanlis bir karar almis belli ama herhalde kusatmadan once Viyanayi gezmis olsa gerek ki kiyamamis.

Asagidaki resimlerde yer alan bina Schoenbrunn Palace (Saray). 18. yuzyilda yapilmis, 1918 yilina kadar kullanilmis. Biz yalnizca bir katini gezdik. Bizim dolmabahce sarayina benziyor. Osmanli sefahat icinde yasiyordu diyenler gelip avrupada saraylari gezip gorsunler. Dolmabahce gibi bir sarayi avusturyalilar 1750 de yapmislar. Eminimki Ingilteredeki saraylar bundan cok daha sahsahalidir.

Onunde guzel bir bahcesi var. Cok genis bir alan lalelerle bezenmis. Eskiden gecit torenleri icin kullanilirmis. Insani alip goturuyor baska bir dunyaya. Biz dedelerimizin yerinde olsaydik, o zamanlarda ne yapardik, nasil olurdu acaba diye dusunmeden edemiyor insan. Yada dedelerimiz buralari almis olsaydi simdi nasil olurdu...




Tuna nehrini de gorduk tabi. Viyanaya gelinirde Tuna nehri gorulmezmi. Hey Koca Tuna. Atlarimiz Tunada sulanirdi ya simdilerde gevur ellerinde. Kim bilir yine birgun bulbul gule Tuna da sevdigine yine kavusur.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

TAŞUCU - KIBRIS DENİZ OTOBÜSÜ İŞKENCESİ


Kayınbiraderim Girne'de bir otelde çalışıyor. Geçen ay çok tatlı bir kızı daha oldu. Allah sağlıklı sıhhatli hayırlı ve uzun ömür versin.

Yaz tatilimizin bir bölümünü bebek sevmeye ve Kıbrısı fethetmeye ayırmaya karar verdik. Silifke'deki İhracatçı Birlikleri Kampında on günlük harika tatilin üzerine Taşucu'ndan bir Girne seferi yapalım istedik. Silifkeye ilişkin bölümü bilahare anlatacağım.

Deniz otobüslerinin saatleri ve fiyatı hakkında internetten araştırma yapmıştım ama olumlu olumsuz bir yoruma ulaşamamıştım. Ben de belki birilerinin işine yarar düşüncesiyle acı tecrübemi sizlerle paylaşmak istiyorum.
İnternetten fiyatlara bakıp eh fena değilmiş deyip ona göre planlamıştık. Fiyatların altında harçlar hariçtir yazısını pek ciddiye almamıştık. Ciddiye almak lazımmış. Taşucundan çıkışta toplam fiyat 85 TL civarı, Girne'den dönüşte ise 30 milyon harç haraç vergi resim vırt zırt eklenince 90TL'yi geçiyor. Gidiş dönüş alınca bu fiyat 10 TL civarı düşebilir. Ankara'ya uçakla doğrudan benim deniz otobüsü maliyetimden daha ucuz fiyata dönebilirsiniz.
İki firma ortak bir gemi kaldırıyor. İsraf olmaması açısınında iyi ama rekabet olmayınca sonuçları tahmin edebilirsiniz. Yolcuya hiç minnetleri yok. Bilet satan hanfendilerin yüzlerinden düşen bin parça. Sanki orada onları karın tokluğuna cebren siz çalıştırıyorsunuz.
Öğlenin kızıl sıcağında, kan ter içinde soğutma tertibatı olmayan, yalnızca polislerin oturduğu kabinlerin soğutulduğu bir binadan gümrük kontrolünden geçtikten sonra gemiye ulaştık. İnsanlarını düşünmeyen bir zihniyetin başarılı olması mümkün değil. Artık hem devlet hem özel sektörün insanların rahatını düşünmesi ve ona göre hizmetlerini düzeltmesi gerekiyor. Aksi takdirde yüzyıllar sonra bile biz yine bizden adam olmaz diye hayıflanıp duracağız.
Ama asıl sıkıntı geminin rahatsız oluşunda. 11:30'da Taşucundan kalkacak gemi en erken 12:30'da kalkabiliyor. Bizim gibi biraz da sağlamcıysanız ve bir saat öncesinden geldiyseniz iki saatten fazla ter banyosu içerisinde can çekişmeniz gerekeceği anlamına geliyor. Demirden yapılmış olması nedeniyle gemi güneşte o kadar ısınıyor ki içerisi saunadan farksız. Aslında saunadan daha beter çünkü sıcağın üzerine bir de nem var. Kalp rahatsızlığınız var ise dayanmanız mümkün değil. Gemi görevlisinin yolcuların şikayetine verdiği cevap ise aynen şöyle: "İsteyen var ise gemi kalkmadan ayrılabilir yardımcı olacağım. Gemi yolculuk esnasında da aşağı yukarı bu kadar sıcak olacak. Hareket ettikten sonra isteyen (dayanamayan) olursa güverteye çıkabilir." Bu esnada kendisi de sıcağa dayanamıyor ve sonradan monte edilmiş ve soğukmu sıcakmı üflediği belli olmayan klimamsı bir aletin önüne tüm bağrını yapıştırmış vaziyette.
Belki gemi hareket ettikten sonra içerisi serinler beklentisi içerisinde, yolcuların yoğun baskısına dayanamayan kaptan yola çıkıyor. Ancak nafile, aksine daha da sıcak, artık dayanmak mümkün değil. Güverteye çıkıyoruz. Daracık güvertede üstüste yığılmış valizlerin arasında, kulakları sağır eden motor sesi, kusmaktan kendini alamayan yolcular, halsizlikten yerlere uzanmış insanlar ve sigara içenler arasında biryerlere tutunarak biraz açık havada durmaya çalışıyoruz. Ama bir süre sonra sürekli yüzünüze ve bulantı halindeki midenize vuran rüzgar sizi içeriye girmeye ve işkencenin bir başka çeşidine katlanmaya mecbur ediyor.
Arada gemi görevlisi soğuk içecekler satıyor. Küçük pet şişede su 1,5 , kutu kola 3 TL. Bu kadar sıcak kasıtlı mı diye insan içincen geçirmeden edemiyor.
Neyse daha fazla uzatmayayım, 3 saatin sonunda Girne'nin evleri gözüküyor. Valizlerini bir an önce almak ve inmek isteyen insanların sebep olduğu curcunadan sonra gümrüğe ulaşıyoruz.
Dudaklarımızda bir daha binenin ... şeklinde bir mırıltıyla yada hırıltıyla bekleyenlerimize merhaba diyebiliyoruz.
Bunları okuyunca sakın beni geminin yada arabanın tuttuğunu düşünmeyin. Çünkü dönüşte gemi biraz daha yeni ve klimalı idi. İşkence katsayısı tartışılmaz bir derecede düştü.
Sonuç olarak, eğer bindiğiniz geminin klimaları yok ise veya çalışmıyorsa yandınız demektir. Eşek yükü para vererek kendinize işkence eden başka memlekette görülmez.
Gemi sahiplerinin ellerini vicdanlarına koymalarını rica ediyorum.
Sizlere de kendi paranızla kendinizi rezil etmeyin diyorum.

13 Mayıs 2009 Çarşamba

BEYPAZARI

Her konuştuğum arkadaşım gidip görmüş. Hatta bazıları iki ayda bir ailecek gittiğini söylüyor. İnternetten de araştırdım neredeyse gitmeyen kalmamış. Bizde de bir merak uyandı, Osmanlı evleri , çarşıları filan da var denince beni yeterince cezbetti. Pazar günü biz de ailecek neymiş bu kadar övülen yer dedik gittik yerinde gördük :)

Övüldüğü kadar var hakikaten. Dedelerimizin kokusu var şehirde. Evleri çarşıları camileri apayrı bir şey anlatılmaz yaşanır derler ya öyle birşey.


Alışveriş yapmak için çarşıları bulunmaz fırsat. Her türlü meyve kurusunu bulmak mümkün. Beypazarı kurusu zaten hepinizin malumu tadına doyum olmuyor.

Havuç lokumu fena değil ama ben cevizli sucuğu tercih ediyorum. Özellikle safi pekmezden yapılan sucuklar çok güzel oluyor. Cezeryesi de Mersin'in cezeryesi kadar olmasa da tatmaya değer. Lokum cezerye alışverişini yaptığımız yerde havuç ve gül reçeli de satıyorlardı. Deneme amaçlı tabaklara koymuşlardı. Gül reçeline bayıldım ama evde halihazırda olduğu için hanımı almaya ikna edemedim.

Bu kadar tatlıyı yedikten sonra insanı çok susatıyor demedi demeyin sonra:) akşam eve gelince on bardaktan fazla su içtim.

Bu cadde alışveriş için en uygun yer. Gümüşçüler de var. Hanıma gümüş takı takımı aldık. Yüzük kolye zincir iki küpe 40 TL. Bence sudan ucuz ve kalite kallavi. Ama erkekler için pek fazla birşey yok. Adamlar işi biliyor tabi, alışverişi kim yapar hanımlar yapar :) Erkekler yalnızca ödeme memuru ve nakliye işlerinden sorumlu etkisiz eleman.

İki ayrı müze gezdik. Birisi Tarih Müzesi , hemen okulun yanında. Eski eşyaların bulunduğu ve bazı atraksiyonların yer aldığı bildiğiniz bir müze. Yukarıdaki amcam da bu müzede sergilenen bir eğer , semer ustası. İkincisi eski bir Osmanlı evi. En etkileyici özelliği her odada banyosu olması. Ayrıca gelin odası da harika. Her yerinde bir incelik bir işleme bir güzellik var. Dedelerimizin ruhunda, kültüründe , yaşayışında herşeyinde güzellik varmış.



Burası da eski Beypazarının ara sokaklarından bir görüntü.




Dağlık bir arazide sanırım soğuktan ve rüzgardan korunmak için vadide hemen dağın eteğine yerleşilmiş. Şehrin ortasında geçen ve birbirinin devamı olduğu görüntüsünü veren iki dağı görüyorsunuz. Baldızım bu dağları ejderha sırtına benzetti, gerçekten de benziyor.



Benim genel prensibim bir yere gidince önce arabayla sokaklarda bir gezinti yapıp ilk izlenimi almak ve yabancılık hissini üzerimden atmaktır. Beypazarına gidince de aynısını yaptım. Önce bir kaç tur atıp nereye araba park edilebilir, nereden nereye gidilir, istikameti kafamda çizdim. Sonra Hıdırlık tepesine çıktık. Tüm şehri kuşbakışı izleme şansını bulduk. Harika bir his yaşamaya değer. Şansımıza hava da biraz bulutluydu. Tepedeki banklarda açık havada oturup yanımızda getirdiğimiz çayla birşeyler atıştırdık.
Yemeklerini övüyorlar emimin güzeldir. Biz Movaların Konağında gözleme yedik. Özellikle patatesli güzeldi.

Yapmayı unuttuğumuz birşey vardı, o da Beypazarının girişindeki maden suyu şadırvanından maden suyu doldurmak. Bir daha ki sefere unutmayız umarım.

8 Mayıs 2009 Cuma

PANORAMA 1453 MÜZESİ



İstanbul'a yaptığımız bir iş ziyareti vesilesiyle Topkapıda yeni açılmış bir müzeyi gezme fırsatımız oldu.
Yapımı 4-5 yıl almış. Yerli ve yabancı birçok ressam üzerinde çalışmış. Ve sonucunda harika bir eser ortaya çıkmış. Bir yarım küre halinde yapılmış, üç boyutlu hissi veren panoramik bir resim. Ortada 9-10 metre çapında bir sahne var. Sahneye çıktığınız yerin hemen önünde Kale surlarından içeriye ilk girilen noktayı görüyorsunuz. bir tarafta Fatih dedemiz askerleriyle son hücumu bekliyor, bir tarafta şahi topları gürlüyor. Işıklandırma ve özel resim tekniği sayesinde savaşın tam ortasındaymışsınız gibi bir his veriyor. Dürbünle bakıldığında çok ince detayların görülebileceğini duydum. Ayrıca insanların yüzleri bugünün İstanbulunda yaşayan sokaktaki insaların yüzlerinden alınmış. Sahte, yapmacık abartı bir şey yok anlayacağınız. Resimle sizin aranızdaki alanda gerçek toplar, savaşta kullanılan alet, silahlar bulunuyor.

Herhalde bu kadar anlattığım yeter. Gidin ve yerinde görün derim. Tramvay veya Metroyla giderseniz Topkapı durağında inerseniz hemen yakınında. Topkapıdaki dolmuş duraklarının yanında. Giriş ücreti normal 5TL öğrenci 3 TL. Heyecandan gözlerinizin yaşaracağını söyleyebilirim. Gitmeden önce aşağıdaki linklerden tanıtım filmlerini izleyebilirsiniz. Ayrıca İstanbulun fethi ile ilgili birşeyler okuyarak giderseniz çok daha keyifli olur. Yapımında emeği geçen herkesten Allah râzı olsun.


Bu adreste daha farklı resimlerini de görebilirsiniz.

http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=80797&start=0

Bazı yerlerde Macar topçu Urbanın döktüğü toplar diye çok bahsediliyor. Bu biraz kanıma dokunuyor. Çünkü okuduğum diğer bazı kaynaklarda Urbanın öncelerinde Bizans için top yapan bir usta olduğu, sonra Osmanlı için top yapmak üzere kiralandığı, Türk topçuların çok daha etkili ve kaliteli toplar yaptığını görünce üstün görünmek için çok büyük bir top yaptığı ancak onun yaptığı topun deneme sırasında veya kuşatma sırasında infilak ettiği anlatılıyor. Dedelerimiz için hizmeti geçtiyse Allah razı olsun ama sürekli Urban diyerek te dedelerimizin ve özellikle Fatih Sultan Mehmet Hanın bizzat kendisinin çizdiği projeler sonucu dökülen topları gölgelemeyelim lütfen.



Avrupalılar bizden ne kadar korksa azdır. Eğer kendimize gelsek, kim olduğumuzu, dünyaya geliş gayemizi hatırlasak ecdadımız gibi bizim de önümüzde kimse duramaz.
Dursa bile ancak el pençe divan durur...


17 Nisan 2009 Cuma

KAHİRE 2

Kahire hakkındaki ilk izlenmilerimi bir önceki yazımda anlatmıştım. Sizinle bir kaç resim daha paylaşmak istedim. Özellikle bu ağaç çok enterasan. Ağacın tepesinden aşağıya doğru kökler sarkıyor ve toprakla buluştuğu yerde toprağa kaynıyor. Resimdeki ağacın kök uçlarını yerle birleşmesin diye bilerek kesiyorlarmış. Gece çektiğim için biraz korkunç gözüküyor.



Burası da Han Halil çarşısının girişindeki cami. Mimarisi bizim camilerden çok farklı. Minareleri honi şeklinde yükselmiyor. daha fazla işlemeleli. Bizdeki camilerde yazılar caminin iç duvarında olur. Mısırdaki camilerin dış kısmında da kocaman yazılar var.

Toplantı sonrasında Mısır tarafı bizi bir orduevine yemeğe götürdü. Bakanlığın binasının aksine orduevi çok lüks ve konforluydu. Mısır yemekleri beklerken önümüze adana kebap, şiş kebap, ızgara et, dolma çeşitleri, pilav, sarma aklınıza gelen diğer türk mutfağı diye bildiğimiz yemekler geldi. Bizim için özelmi seçildiğini sorduk. Aldığımız cevap "bunlar Mısır mutfağının yemekleridir" oldu. Hangi yemek nereden çıkmış filan muhabbetine girdik ama diplomatik bir yemek olduğu için türk sarmasını veya dolmasını fazla ısrarla savunamadık ayıp olmasın diye.

Yemekte değişik taze sıkılmış meyve suları ikram ettiler. Mango suyu ve guava suyu harika. Mısır'dan aklımda kalan en güzel şey bu iki meyve suyu. Guava beyaz bir armut çeşidi. Şehirde meyve suyu satan çok dükkan var. Çok sevdiğimiz için özellikle meyve suyu içmek için gece dışarı çıktık. 3 bardak mango suyunu bir dolara içtik. Bizim sudan ucuz:)

Tanışdığımız Mısırlılardan bazılarının dedelerinde ebelerinde Türk karışımı var. Hatta aldığımız bilgilere göre 1950'lere kadar Türkiye'nin ciddi bir siyasi etkisi varmış oralarda. Sonra Nasır temizlemiş. Ne diyelim herkes ne ederse kendine eder. Şimdi Türkler gelip oralarda yatırım yapıyor, ekmek veriyor diye seviniyorlar.

Ben şunu bilir şunu söylerim. Elbetteki sadece ırk ve kafatasının bir önemi yok. Ama o kafatasının içini dolduran beyin, damarlarında dolaşan kandaki asalet, tarihin getirdiği birikim ve deneyim, iyilik ve güzellikle yoğrulmuş bir kültür ve hepsini mükemmeliğe ulaştıran İslam dini Türk Milletini en asil noktaya getirmiştir.


Kendimizi bilelim. Kendimize güvenelim. Ecdadımızı reddetmek yerine onlardan güç alalım.



Yırtalım dağları zincirlere sığmayalım taşalım...

14 Nisan 2009 Salı

MISIR - KAHİRE

Mart ayında resmi bir toplantı vesilesiyle Kahire'ye gittim. İki gün boyunca yoğun gündem nedeniyle akşam 9'lara kadar toplantı salonunda tıkılıp kaldık. Bizde gece Kahireyi gezmeye, bir nebze de olsa etrafı görmeye çalıştık. Zaten Mısırlılar sabaha kadar çarşılarda, kahvelerde yada lokantalarda oluyormuş. Gece 12'de sokaklarda şöyle bir turlayalım dedik. Etrafta dolaşan, parklarda muhabbet eden, kaldırım kenarlarında oturan bir sürü insan vardı. Mısır'lıların tabiriyle Kahire 24 saat yaşayan bir şehir.

Şehre vardığımızda ilk dikkatimizi çeken şey tabiki trafikteki hacı muratlar ve şahinler oldu. Meğer Türkiye'de üretime son verilince üretim bandını Mısır'a taşımışlar. Hacı muratları görmelisiniz, nasıl olupta çalıştığına hayret edersiniz. Trafik o kadar keşmekeş halindeki trafik kuralı diye bir şey yok. Zaten o kadar çok trafik kazası oluyormuş ki insanlar çok ciddi bir durum olmadığı müddetçe kazadan sonra bir eyvallah çekip yollarına devam ediyorlarmış. Söylediklerine göre yalnızca Kahire'de 40 milyon insan yaşıyormuş. E tabi o kadar kalabalık bir şehir olunca trafik de altüst oluyor.




Burası Han Halil dedikleri Kahire'nin ilk şehirleşmesi esnasında İslam devletinin hakimiyeti sanırım Emeviler zamanında yapılmış bir alışveriş merkezi. Bizim İstanbul'daki Kapalı çarşıya benziyor. Ama Kapalı çarşı tabiki bunun katının katı sayılır. Genellikle hediyelik eşyalar, takılar filan satılıyor. Piramitler ve eski mısır heykellerinin örneklerini bulabilirsiniz. Aldığımız şifahi bilgiye göre satılan eşyaların çoğu Çin'den geliyormuş.


Han Halil'in içerisinde bir kahve'de çay içiyoruz. Kişi başına bir çaydanlık getiriyorlar. Kaynayan suyun içine çayı atıp kaynatıyorlamış. Bizim gibi demlemiyorlar. İçerken içine taze nane koyuyorlar. Hani fena da olmuyor. Bardaklarda ve çaydanlıkta hayır yok ama ortam o kadar otantik ki ne içseniz farketmez. Kahve kaç yüzyıllık bilmiyorum. Osmanlı'dan izler var. Minber maketinde ayyıldız var. Tavandaki işlemeler çok hoş. O kadar kalabalık ki dip dibe tıkış tıkış oturuyorsunuz. İnsanlar nargilelerini fokurtatıyor. Kadın erkek farketmiyor. Normal aileler oturmaya geliyorlar ve nargile içiyorlar. Hatta elli yaşında bir teyzem nargileyi fazla kaçırmış neredeyse kendinden geçiyordu.


Bu resmi de kaldığım otelin balkonundan çektim. Nil nehri gece güzel görünüyor. Gündüz fırsat olsaydı gemi ile tura çıkacaktık ama nafile.


Bu yiğidim de bir Osmanlı paşası. İhtişamı omuzlarımızı kaldırdı doğrusu. Bakmayın siz şimdi araplar bizi kötüler biz de onları. Ama Osmanlı bu Arap ülkelerine çok emek vermişde onlar kıymetimizi bilmiyorlar. Allah onlardan razı olsun.
Böyle dedeleri olan bizlerin de onlara layık olabilmek için elimizden geleni yapmamız lazım. Biz de en azından kendi memleketimizin ihyası için, bir adım daha öteye gidebilmesi için var gücümüzle çalışmamız gerekir. Biraz derin kaçtı ya neyse idare edin artık.