21 Mayıs 2009 Perşembe

3 BOYUTLU YER RESİMLERİ

Fazla yoruma hacet yok. Kesinlikle çok eğlenceli. Keşke bizim sokaklarımızda da bu tür resimler yapsalar. Hayatımız daha bir renkli olurdu.








20 Mayıs 2009 Çarşamba

ASKERLİK

Askerlik hemen her erkek için önemli bir dönüm noktasıdır. Özellikle yaşadığı yerden çok fazla şehir dışına çıkmayanlar için çok önemli bir değişikliktir. Hayatları boyunca askerlik anılarını anlatırlar.


Kimi askerliğinin ne kadar çetin geçtiğini tüm detayıyla anlatır. Kimi ne kadar rahat askerlik yaptığını, işlerden nasıl kaytardığını ballandıra ballandıra anlatır.

Bu muhabbetleri dinlemek epey sabır ister. Bayanlar için bu durum biraz daha katmerlidir sanırım.

Rahmetli dedem askerliğini çok anlatırdı. Tüm hatıralarını ezberlemiştim. Dinlemeyi pek istemediğim zamanlarda dedem anlatmaya başlar başlamaz ben hemen atılır “tayyareler sırayla geçtiler, atan geçti atan geçti değilmi dede” deyip hevesini kursağında bırakırdım. Ah dedem keşke şimdi yaşasaydı da tekrar tekrar dinleseydim askerlik hatıralarını. Dedem askerliğini 50’lerde Etimesgutta tankçı olarak yapmış. Askerliğimi Etemusta yaptım derdi. O zamanlarda öylemi söylüyorlardı yoksa dedem mi öyle kullanıyordu bilmiyorum.

Sabır testini geçip geçemeyeceğinizi sınamak için ben de birkaç askerlik anımı anlatayım :)

Askere gitmeden önce askerliğini yapanlardan dinlediğimiz kadarıyla hayattan beklentimizi epey deniz seviyesine indirmiştik. Ancak anlatılmaz yaşanır derler ya askerlik de pek anlatılarak anlaşılacak bir şey değil yaşamak lazım. Yeşil elbiseyi giyince bambaşka bir aleme geçiyorsunuz.



Neyse hanımdan ayrılık üzüntüsüyle, içimizde biraz matem biraz can sıkıntısı 66. Zırhlı Tugay’ın Topkule Kışlasının yolunu tuttuk. Aradılar taradılar, ilaçları ve kitapları zor şer arama yapan nöbetçinin elinden kurtardıktan sonra kayıt için sıraya girdik. Binaların ortasında genişçe bir alan, sonradan iyice öğrendik ki onun ismi “içtima alanı” imiş. Diğer bir ifadeyle ömür törpüsü diye de ifade edebiliriz. Her öğün tabur binalarından sırayla “Her Türk asker doğar” ya da “En büyük namlu bizde” yürüyüş kararıyla gelinen ve komutanların keyfine göre saatlerce ayakta beklemek zorunda olunan tipik bir alan. Buradaki alanı şeritlerle çevirmişler, ortada bir adam slüetini tebeşirle işaretlemişler. Astsubayın biri bir yüzbaşıyı alanda kovalamış ve silahla öldürmüş. Dakka bir gol bir.

Dediler sizin grup Kartaltepe Kışlasına gidecek şurada bekleyin araç gelecek sizi alacak. BMC kamyonlardan otobüse çevrilmiş II. Dünya savaşından kalma otobüsümsü bir araç. Yerden yüksekliği 1.5 metre. Binebilmek için öncesinde askerlik yapmış olmak lazım. Önce bavulu fırlatıyorsun içeriye sonra yukarıdan birisi elinden tutuyor ve yoğun bir çaba ve gayretle çıkıyorsun. 50 –60 kişi üstüste çuval gibi tıkış tıkış müstakbel kışlamıza yol alıyoruz. Toprak yoldan ilerlediğimiz için arabanın her yerinden içeriye giren toz ve sıcaktan nefes almak o kadar zorlaştı ki kışlaya varınca inanılmaz rahatladık ve kışlamızı daha bir sahiplendik :) Bilerek yapmışta olabilirler. Dakka iki gol iki.

Akşam bizi yemek sırasına dizdiler, onbaşılar öyle bir havaya girmişler ki sanırsınız binbaşı albay filan. Elimizde bir tabak yemek alacağız, aşçıbaşı tabağa ben deyim yarım kepçe siz deyin çeyrek kepçe ne olduğu belirsiz bir su koydu. İçinde bir iki tane taze fasulyeyi andırır bir şeyler salınım halinde duruyor. Elimize çeyrek ekmek tutuşturdular haydi yiyin. O çeyrek ekmek sanırım yediğim en lezzetli şeydir. Tabağın kenarını köşesini öyle bir sildik ki sanırsınız tabaklar hiç kullanılmamış. Bizim istihkak çıkıncaya kadar bir hafta aynı seyansları yaşadık mecburen. O an bizim çöm grubunun (uzun dönemlerin tabiriyle poşet grubunun) fotoğrafını
çekmeliydiniz. Herkes ağlamaklı, kiminin üzüntüden, kahrolmuşluktan kapkara olmuş suratı, kimi aval aval bakıyor iki tarafına bu kadar mı yiyeceğimiz, bizde sandıydık ki bunlar sadece ara sıcaklar diye :) Dakka üç gol üç.

Daha nice goller yedik ama alnımız ak boynumuz dik bir şekilde askerliğimizi aslanlar gibi yaptık ve sevdiklerimize kavuştuk. Şimdi tatlı birer anı olarak zihnimizde dolanıyor.

Doguda daha zor sartlarda askerlik yapan kardeslerime Allah sabir versin, kolayliklar versin. Eminim ecrini obur dunyada katbekat alacaklardir.





18 Mayıs 2009 Pazartesi

GÜLİSTAN HİKAYELER ( Sadi Şirazi )

SIRRINI DÜŞMANA VERME

Bir tüccar alışverişte zarar etmişti.
Oğlunu kimseye söylememesi konusunda uyardı. "Neden?" diye sordu oğlu saf saf.
"O zaman dert katmerleşir. Sermayenin azalmasıyla düşmanın oh çekmesi aynıdır" dedi tüccar.

Üzüntünden söz etme düşmanına, yüzüne karşı üzülür, ardından güler.

AKILLI İNSAN KAVGA ETMEZ

Cahil ve aptal bir adam alimin yakasından tutmuş türlü halaretler ediyor, ona saldırıyordu.
Derin akıl sahibi bir düşünür bunu görünce "Gerçekten alim olsaydı, cahille yüzgöz olmazdı" dedi.
Akıllı insanlar kavga etmez.
Alim kimse zevzek ve cahil biriyle dalaşmaz, onun seviyesine inmez.
Gönül ehli olanlar aralarındaki tüyü korurlar, koparmazlar.
İki cahil karşı karşıya gelse, zincir de olsa parçalarlar.

Kendisine küfredene, sükun ile şöyle cevap vermiş bir derviş "söylediğinden daha kötüyüm ben, benim kadar bilemezsin kendimi"


SUSKUNLUĞUN NEDENİ

Kisra'nın huzurunda bir sorunu tartışıyordu bilgeler. Büzücmihr hiç ağzını açmıyordu.
"Niçin düşünceni söylemiyorsun üstad ?" diye sordular.
"Hekim ilacı hastaya verir. Düşüncelerinizin doğru olduğunu görüyorum, benim konuşmama ne gerek var?" dedi Büzücmihr.

Sözlerim etkisiz kalıyorsa konuşmamın gereği yoktur.

13 Mayıs 2009 Çarşamba

BEYPAZARI

Her konuştuğum arkadaşım gidip görmüş. Hatta bazıları iki ayda bir ailecek gittiğini söylüyor. İnternetten de araştırdım neredeyse gitmeyen kalmamış. Bizde de bir merak uyandı, Osmanlı evleri , çarşıları filan da var denince beni yeterince cezbetti. Pazar günü biz de ailecek neymiş bu kadar övülen yer dedik gittik yerinde gördük :)

Övüldüğü kadar var hakikaten. Dedelerimizin kokusu var şehirde. Evleri çarşıları camileri apayrı bir şey anlatılmaz yaşanır derler ya öyle birşey.


Alışveriş yapmak için çarşıları bulunmaz fırsat. Her türlü meyve kurusunu bulmak mümkün. Beypazarı kurusu zaten hepinizin malumu tadına doyum olmuyor.

Havuç lokumu fena değil ama ben cevizli sucuğu tercih ediyorum. Özellikle safi pekmezden yapılan sucuklar çok güzel oluyor. Cezeryesi de Mersin'in cezeryesi kadar olmasa da tatmaya değer. Lokum cezerye alışverişini yaptığımız yerde havuç ve gül reçeli de satıyorlardı. Deneme amaçlı tabaklara koymuşlardı. Gül reçeline bayıldım ama evde halihazırda olduğu için hanımı almaya ikna edemedim.

Bu kadar tatlıyı yedikten sonra insanı çok susatıyor demedi demeyin sonra:) akşam eve gelince on bardaktan fazla su içtim.

Bu cadde alışveriş için en uygun yer. Gümüşçüler de var. Hanıma gümüş takı takımı aldık. Yüzük kolye zincir iki küpe 40 TL. Bence sudan ucuz ve kalite kallavi. Ama erkekler için pek fazla birşey yok. Adamlar işi biliyor tabi, alışverişi kim yapar hanımlar yapar :) Erkekler yalnızca ödeme memuru ve nakliye işlerinden sorumlu etkisiz eleman.

İki ayrı müze gezdik. Birisi Tarih Müzesi , hemen okulun yanında. Eski eşyaların bulunduğu ve bazı atraksiyonların yer aldığı bildiğiniz bir müze. Yukarıdaki amcam da bu müzede sergilenen bir eğer , semer ustası. İkincisi eski bir Osmanlı evi. En etkileyici özelliği her odada banyosu olması. Ayrıca gelin odası da harika. Her yerinde bir incelik bir işleme bir güzellik var. Dedelerimizin ruhunda, kültüründe , yaşayışında herşeyinde güzellik varmış.



Burası da eski Beypazarının ara sokaklarından bir görüntü.




Dağlık bir arazide sanırım soğuktan ve rüzgardan korunmak için vadide hemen dağın eteğine yerleşilmiş. Şehrin ortasında geçen ve birbirinin devamı olduğu görüntüsünü veren iki dağı görüyorsunuz. Baldızım bu dağları ejderha sırtına benzetti, gerçekten de benziyor.



Benim genel prensibim bir yere gidince önce arabayla sokaklarda bir gezinti yapıp ilk izlenimi almak ve yabancılık hissini üzerimden atmaktır. Beypazarına gidince de aynısını yaptım. Önce bir kaç tur atıp nereye araba park edilebilir, nereden nereye gidilir, istikameti kafamda çizdim. Sonra Hıdırlık tepesine çıktık. Tüm şehri kuşbakışı izleme şansını bulduk. Harika bir his yaşamaya değer. Şansımıza hava da biraz bulutluydu. Tepedeki banklarda açık havada oturup yanımızda getirdiğimiz çayla birşeyler atıştırdık.
Yemeklerini övüyorlar emimin güzeldir. Biz Movaların Konağında gözleme yedik. Özellikle patatesli güzeldi.

Yapmayı unuttuğumuz birşey vardı, o da Beypazarının girişindeki maden suyu şadırvanından maden suyu doldurmak. Bir daha ki sefere unutmayız umarım.

8 Mayıs 2009 Cuma

PANORAMA 1453 MÜZESİ



İstanbul'a yaptığımız bir iş ziyareti vesilesiyle Topkapıda yeni açılmış bir müzeyi gezme fırsatımız oldu.
Yapımı 4-5 yıl almış. Yerli ve yabancı birçok ressam üzerinde çalışmış. Ve sonucunda harika bir eser ortaya çıkmış. Bir yarım küre halinde yapılmış, üç boyutlu hissi veren panoramik bir resim. Ortada 9-10 metre çapında bir sahne var. Sahneye çıktığınız yerin hemen önünde Kale surlarından içeriye ilk girilen noktayı görüyorsunuz. bir tarafta Fatih dedemiz askerleriyle son hücumu bekliyor, bir tarafta şahi topları gürlüyor. Işıklandırma ve özel resim tekniği sayesinde savaşın tam ortasındaymışsınız gibi bir his veriyor. Dürbünle bakıldığında çok ince detayların görülebileceğini duydum. Ayrıca insanların yüzleri bugünün İstanbulunda yaşayan sokaktaki insaların yüzlerinden alınmış. Sahte, yapmacık abartı bir şey yok anlayacağınız. Resimle sizin aranızdaki alanda gerçek toplar, savaşta kullanılan alet, silahlar bulunuyor.

Herhalde bu kadar anlattığım yeter. Gidin ve yerinde görün derim. Tramvay veya Metroyla giderseniz Topkapı durağında inerseniz hemen yakınında. Topkapıdaki dolmuş duraklarının yanında. Giriş ücreti normal 5TL öğrenci 3 TL. Heyecandan gözlerinizin yaşaracağını söyleyebilirim. Gitmeden önce aşağıdaki linklerden tanıtım filmlerini izleyebilirsiniz. Ayrıca İstanbulun fethi ile ilgili birşeyler okuyarak giderseniz çok daha keyifli olur. Yapımında emeği geçen herkesten Allah râzı olsun.


Bu adreste daha farklı resimlerini de görebilirsiniz.

http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=80797&start=0

Bazı yerlerde Macar topçu Urbanın döktüğü toplar diye çok bahsediliyor. Bu biraz kanıma dokunuyor. Çünkü okuduğum diğer bazı kaynaklarda Urbanın öncelerinde Bizans için top yapan bir usta olduğu, sonra Osmanlı için top yapmak üzere kiralandığı, Türk topçuların çok daha etkili ve kaliteli toplar yaptığını görünce üstün görünmek için çok büyük bir top yaptığı ancak onun yaptığı topun deneme sırasında veya kuşatma sırasında infilak ettiği anlatılıyor. Dedelerimiz için hizmeti geçtiyse Allah razı olsun ama sürekli Urban diyerek te dedelerimizin ve özellikle Fatih Sultan Mehmet Hanın bizzat kendisinin çizdiği projeler sonucu dökülen topları gölgelemeyelim lütfen.



Avrupalılar bizden ne kadar korksa azdır. Eğer kendimize gelsek, kim olduğumuzu, dünyaya geliş gayemizi hatırlasak ecdadımız gibi bizim de önümüzde kimse duramaz.
Dursa bile ancak el pençe divan durur...