30 Nisan 2009 Perşembe

TÜRK ERKEĞİ ÇEKİCİDİR




İşe Başlarken Besmele Çeker
Kaçan Golde Yuh Çeker
Evladına Nutuk Çeker
Delikanlıdır Tesbih Çeker
Sportmendir Barfiks Çeker
Tek Eliyle şınav Çeker
Kendi Dişini Kendi Çeker
Ağzında Sigara Halay Çeker
Dikiz Aynasından Hareket Çeker
Muazzam Kopya Çeker
Genelde Babaya Çeker
Canı olmadık şeyler çeker
İskenderin Üstüne Künefe Çeker
Komedi Filminin Kralını Çeker
Kafası Bozulunca Resti Çeker!
Yükte Ağır Parada Hafif Çeker
Parayı Bulan Arabayı Çeker
Mahallede Pati Çeker
Gurbette Hasret Çeker
Balıketli Görünce İç Çeker
Sevdiğini Sorguya Çeker
Aldatılınca Tetiği Çeker
Memlekete Turist Çeker
Kaşı Gözü İlgi Çeker
Her Ortamda Dikkat Çeker
İtalyan Erkeklerine Beş Çeker
İngilizlere Yirmibeş Çeker
Kaynanadan Çok Çeker
Veee
Ne çekerse karıdan çeker!!

21 Nisan 2009 Salı

K-PAX

İzlediğim ilginç filmlerden bir tanesi. Kevin Spacey'i az çok herkes tanır. Oyunculuktaki ustalığı takdire şayandır hakikaten. Bu filmde de harika bir performans çıkartmış bence.

K-Pax gezegeninden gelen Prot adında bir uzaylı. Robert isminde dünyadan bir çocuğa zihinsel yolla arkadaşlık ediyor. Çocuk büyüyüp evleniyor, çocukları oluyor ve birgün caninin biri eşine tecavüz ediyor ve çocuğuyla birlikte öldürüyor. Adam bu acıya dayanamıyor ve katili öldürdükten sonra nehirde intihar ediyor.

Prot adamın cismine girerek dünyayı gezmeye ve rapor hazırlamaya başlıyor ve akıl hastası olduğu gerekçesiyle akıl hastanesine kaldırılıyor. Bir doktorla aralarında geçen muhabbetlerle film sürüp gidiyor ve en sonunda gezegenine geri dönüyor.

Fikir enteresan, sıradışı. Beni en çok etkileyen kısmı, dünyamızdaki mevcut sistemi, genel geçer doğrularımızı, aile hayatımızı sorgulaması. K-pax'de aile yok. Çocuklar biyolojik olarak üretiliyor ve toplumun her bireyi sırayla bildiklerini çocuğa aktarıyor. Kuralar yok, yasaklar yok, cezalar yok, devlet yok. Herkes yapması gerekenleri biliyor ve yapıyor. Bunlar kulağa tabiki imkansız geliyor. Ancak diyorki cana can, dişe diş kuralını siz kendiniz uydurdunuz ve kendi kendinize inandırdınız diyor. İlginç değilmi islamiyette de kısasa kısas vardır ama bazı kurallar dahilinde ve cezası devlet tarafından verilmek kaydıyla. Kötülük yapana iyilikle muamele etmek dinimizin temel kurallarından ama takan kim değilmi!

Bir başka ilginç nokta da şu. Diyor ki K-pax'da sorun yaşamak yok, pürüzsüz bir sistem işleyip gidiyor. Ama aile olmadığı için sevgi yok, özlem yok. Ailenin ilk başta gereksiz olduğunu düşünüyor ama sonra yaından görünce ailenin ne kadar gerekli olduğunu, kıymetinin bilinmesi gerektiğini, küçük sorunlar büyütülerek ayrılıklara ve küskünlüklere neden olmasının doğru olmadığını anlıyor ve insanlara farklı gezegenden birisinin gözüyle anlatıyor.

Ailelerimizin kıymetini bilelim. Sevgi ve saygıdan asla taviz vermeyelim. Sevmeden sevilmek mümkün değil. Sevelim sevilelim...

20 Nisan 2009 Pazartesi

AYAKLAR


Vücudumuzdaki organların en duyarlı uçları ayağımızın altında yer alır. Bu noktalara masaj yaparsanız, ağrılarınızdan ve acılarınızdan kolayca kurtulursunuz.

Bu organlara bağlı tüm sinirlerin burada sonlandığı gerçekten doğrudur. Allah vücudumuzu öyle mükemmel yaratmış ki bunu dahi düşünmüştür. Bu sistem ile bizim yürümemizi sağlamış ve yürütmüştür ki bu noktalara her baskı yaptığımızda tüm organlarımız harekete geçsin ve düzgün çalışsın.

O zaman bol bol yürüyelim...

Bir başka mevzu da ayaklara banyo sonrasında soğuk su dökmek.

Sıcak su ile banyo yapıp, banyodan çıkarken ayaklara, hatta bacaklara soğuk su dökmek baş ağrısına iyi gelir. Bu konudaki hadis-i şerif şöyledir: “Hamamdan çıkarken ayakları soğuk su ile yıkamak baş ağrısını giderir.” Bazı büyük alim ve evliyalar da bu meyanda tavsiyede bulunmuştur. Bu konuda yapılan bilimsel araştırmalar da peygamber efendimizin tavsiyesini doğrulamıştır.


Özellikle sıcak su ile banyo yapıldığında ve uzun müddet banyoda kalındığında kanın ayaklarda, bacaklarda çoğalması ve beyne giden kanın azalması söz konusu olabilir. Böyle bir durumda ayaklara soğuk su dökmek kanın beyne daha fazla gitmesine neden olacaktır. Bu da kişinin rahatlamasına ve eğer baş ağrısı oluşmuşsa onunda yok olmasına neden olur.

Son olarak Hazreti Ali efendimizin "çoraplarınız başınızın altına koyup yatabileceğiniz kadar temiz olmalı" şeklinde bir tavsiyesi olduğunu işitmiştim. Sanırım çorapların temiz olması başkalarına rahatsızlık vermemek için olduğu kadar, ayakların ve dolasıyle tüm vücudun sağlığını korumak için de önemli olduğu vurgulanmak isteniyor.

Baş ağrısız, sağlıklı ve mutlu günler dilerim...

17 Nisan 2009 Cuma

KAHİRE 2

Kahire hakkındaki ilk izlenmilerimi bir önceki yazımda anlatmıştım. Sizinle bir kaç resim daha paylaşmak istedim. Özellikle bu ağaç çok enterasan. Ağacın tepesinden aşağıya doğru kökler sarkıyor ve toprakla buluştuğu yerde toprağa kaynıyor. Resimdeki ağacın kök uçlarını yerle birleşmesin diye bilerek kesiyorlarmış. Gece çektiğim için biraz korkunç gözüküyor.



Burası da Han Halil çarşısının girişindeki cami. Mimarisi bizim camilerden çok farklı. Minareleri honi şeklinde yükselmiyor. daha fazla işlemeleli. Bizdeki camilerde yazılar caminin iç duvarında olur. Mısırdaki camilerin dış kısmında da kocaman yazılar var.

Toplantı sonrasında Mısır tarafı bizi bir orduevine yemeğe götürdü. Bakanlığın binasının aksine orduevi çok lüks ve konforluydu. Mısır yemekleri beklerken önümüze adana kebap, şiş kebap, ızgara et, dolma çeşitleri, pilav, sarma aklınıza gelen diğer türk mutfağı diye bildiğimiz yemekler geldi. Bizim için özelmi seçildiğini sorduk. Aldığımız cevap "bunlar Mısır mutfağının yemekleridir" oldu. Hangi yemek nereden çıkmış filan muhabbetine girdik ama diplomatik bir yemek olduğu için türk sarmasını veya dolmasını fazla ısrarla savunamadık ayıp olmasın diye.

Yemekte değişik taze sıkılmış meyve suları ikram ettiler. Mango suyu ve guava suyu harika. Mısır'dan aklımda kalan en güzel şey bu iki meyve suyu. Guava beyaz bir armut çeşidi. Şehirde meyve suyu satan çok dükkan var. Çok sevdiğimiz için özellikle meyve suyu içmek için gece dışarı çıktık. 3 bardak mango suyunu bir dolara içtik. Bizim sudan ucuz:)

Tanışdığımız Mısırlılardan bazılarının dedelerinde ebelerinde Türk karışımı var. Hatta aldığımız bilgilere göre 1950'lere kadar Türkiye'nin ciddi bir siyasi etkisi varmış oralarda. Sonra Nasır temizlemiş. Ne diyelim herkes ne ederse kendine eder. Şimdi Türkler gelip oralarda yatırım yapıyor, ekmek veriyor diye seviniyorlar.

Ben şunu bilir şunu söylerim. Elbetteki sadece ırk ve kafatasının bir önemi yok. Ama o kafatasının içini dolduran beyin, damarlarında dolaşan kandaki asalet, tarihin getirdiği birikim ve deneyim, iyilik ve güzellikle yoğrulmuş bir kültür ve hepsini mükemmeliğe ulaştıran İslam dini Türk Milletini en asil noktaya getirmiştir.


Kendimizi bilelim. Kendimize güvenelim. Ecdadımızı reddetmek yerine onlardan güç alalım.



Yırtalım dağları zincirlere sığmayalım taşalım...

14 Nisan 2009 Salı

MISIR - KAHİRE

Mart ayında resmi bir toplantı vesilesiyle Kahire'ye gittim. İki gün boyunca yoğun gündem nedeniyle akşam 9'lara kadar toplantı salonunda tıkılıp kaldık. Bizde gece Kahireyi gezmeye, bir nebze de olsa etrafı görmeye çalıştık. Zaten Mısırlılar sabaha kadar çarşılarda, kahvelerde yada lokantalarda oluyormuş. Gece 12'de sokaklarda şöyle bir turlayalım dedik. Etrafta dolaşan, parklarda muhabbet eden, kaldırım kenarlarında oturan bir sürü insan vardı. Mısır'lıların tabiriyle Kahire 24 saat yaşayan bir şehir.

Şehre vardığımızda ilk dikkatimizi çeken şey tabiki trafikteki hacı muratlar ve şahinler oldu. Meğer Türkiye'de üretime son verilince üretim bandını Mısır'a taşımışlar. Hacı muratları görmelisiniz, nasıl olupta çalıştığına hayret edersiniz. Trafik o kadar keşmekeş halindeki trafik kuralı diye bir şey yok. Zaten o kadar çok trafik kazası oluyormuş ki insanlar çok ciddi bir durum olmadığı müddetçe kazadan sonra bir eyvallah çekip yollarına devam ediyorlarmış. Söylediklerine göre yalnızca Kahire'de 40 milyon insan yaşıyormuş. E tabi o kadar kalabalık bir şehir olunca trafik de altüst oluyor.




Burası Han Halil dedikleri Kahire'nin ilk şehirleşmesi esnasında İslam devletinin hakimiyeti sanırım Emeviler zamanında yapılmış bir alışveriş merkezi. Bizim İstanbul'daki Kapalı çarşıya benziyor. Ama Kapalı çarşı tabiki bunun katının katı sayılır. Genellikle hediyelik eşyalar, takılar filan satılıyor. Piramitler ve eski mısır heykellerinin örneklerini bulabilirsiniz. Aldığımız şifahi bilgiye göre satılan eşyaların çoğu Çin'den geliyormuş.


Han Halil'in içerisinde bir kahve'de çay içiyoruz. Kişi başına bir çaydanlık getiriyorlar. Kaynayan suyun içine çayı atıp kaynatıyorlamış. Bizim gibi demlemiyorlar. İçerken içine taze nane koyuyorlar. Hani fena da olmuyor. Bardaklarda ve çaydanlıkta hayır yok ama ortam o kadar otantik ki ne içseniz farketmez. Kahve kaç yüzyıllık bilmiyorum. Osmanlı'dan izler var. Minber maketinde ayyıldız var. Tavandaki işlemeler çok hoş. O kadar kalabalık ki dip dibe tıkış tıkış oturuyorsunuz. İnsanlar nargilelerini fokurtatıyor. Kadın erkek farketmiyor. Normal aileler oturmaya geliyorlar ve nargile içiyorlar. Hatta elli yaşında bir teyzem nargileyi fazla kaçırmış neredeyse kendinden geçiyordu.


Bu resmi de kaldığım otelin balkonundan çektim. Nil nehri gece güzel görünüyor. Gündüz fırsat olsaydı gemi ile tura çıkacaktık ama nafile.


Bu yiğidim de bir Osmanlı paşası. İhtişamı omuzlarımızı kaldırdı doğrusu. Bakmayın siz şimdi araplar bizi kötüler biz de onları. Ama Osmanlı bu Arap ülkelerine çok emek vermişde onlar kıymetimizi bilmiyorlar. Allah onlardan razı olsun.
Böyle dedeleri olan bizlerin de onlara layık olabilmek için elimizden geleni yapmamız lazım. Biz de en azından kendi memleketimizin ihyası için, bir adım daha öteye gidebilmesi için var gücümüzle çalışmamız gerekir. Biraz derin kaçtı ya neyse idare edin artık.


13 Nisan 2009 Pazartesi

GÜLİSTAN - SADİ ŞİRAZİ

Geçenlerde Doğu klasiklerinden Sadi Şirazi'nin Gülistan'ını okudum. Sanırım genç öğrenciler için basitleştirilmiş ve kısaltılmış versiyonu idi. Çok hoşuma gitti. Uzun versiyonunu da alıp okumayı düşünüyorum. Hayata dair çok güzel hikayeler anlatıyor, dersler veriyor. Kitap okuma mevzuu açıldığında tüm arkadaşlarıma tavsiye ediyorum. Mutlaka bir defa okunmalı ve hatta mümkünse zaman zaman tekrar okunmalı diye düşünüyorum. Sadi Şirazi'nin bir de Bostan isminde bir eseri varmış. Eminim o da Gülistan kadar güzel ve faydalıdır.


Gülistan'dan sevdiğim bölümleri, hikayeleri ve anlamlı sözleri zaman zaman sizlerle paylaşacağım. Umarım sizelerde seversiniz ve faydalanırsınız.

Bu arada Toroslarda yörüklerin kullandığı bir tabir aklıma geldi. Yoldan çıkan, uygunsuz davranışlarda bulunan kimseye iyice şirazadan çıktı derler. Burada kullanılan şiraza kelimesinin Şirazi'den gelme ihtimalinin olduğu kanaatindeyim. Zira Gülistan'da hayat yolunda dosdoğru nasıl gidilir anlatılıyor.


Sadi-i Şirazi kimdir?

İran Edebiyatının önemli şair ve yazarlarından biri olarak kabul edilir. Asıl adı, Ebu Abdullahmüşerrifûttin bin müslih eş- Şirazi’dir. (1213-1292)

Rivayetlere göre; hayatının ilk üçte birinde tahsille meşgul olmuş, ikinci üçte birini seyahatle geçirmiş, kalanını da ibadete hasretmiştir. Bilginler yetiştiren bir soya mensup olduğu bilinir.

Tahsiline Şiraz’da başlamış, Bağdat’da Nizamiye medresesinde devam etmiş, çağının büyük simalarıyla tanışmıştır. Dini terbiye almış, bu konuda tanınmış kişilerle konuşmuştur. Hayatı daima öğretici, düşündürücü ve çekici bulmuştur. İnsanlarla konuşmak ve seyahat etmek onun sevdiği şeylerdir. Çok kez Hac’ca gittiği de rivayet edilir.

Ebu Bekir ve oğlu Sad için “ BOSTAN ve GÜLİSTAN” isimli yapıtlarını yazdı. Güneydoğu Anadolu ve Azerbeycan’ı gezdi. Karışık ve hareketli hayatının nihayetinde tekrar Şiraz’a gelerek, burada yerleşir ve ölümüne dek, tenha bir yerde yaptırdığı tekkede, vaktini okuyup yazarak, ibadet ederek ve ziyaretleri kabul etmekle geçirir.

Birçok büyükler ona saygı göstermişler. Büyük bir tevazu ile her zaman içinde yaşadığı halk, hayatının sonlarına doğru, onu ermişlerden biri olarak tanımıştır. Sadi 1292 yılında Şiraz’da vefat etmiştir. Mezarının bulunduğu semt O’nun adı ile anılır. Kusursuz bir anlatış biçimi olan Sadi’nin uslübu basit gibi görünür, ancak kolay taklit edilemez. Yapılarından başlıcaları şunlardır. “Takriz-i Dibaçe”, “Mecalis-i Pençgane” , “Gazeliyet”... En meşhur eseri “ Bostan ve Gülistan” İslam dünyası medreselerinde okunmuş, açıklamaları yapılmış ve çeşitli dillere çevrilmiştir.


Gülistan'dan bir hikaye ile yazımızı tamamlayalım.

Bir pâdişâhın acemi bir kölesi vardı. Bir gün bu köle ile gemiye binmişti. Köle o zamana kadar hiç gemiye binmemiş ve deniz görmemişti. Gemi yolculuğunun bir takım sıkıntıları ve zorlukları vardı.

Köle, gemi limandan ayrıldığı andan îtibaren titremeye başladı. Ne yaptılarsa köleyi sâkinleştiremediler. Gemide âlim bir kişi vardı. Hükümdâra; "Müsâde ederseniz ben onu susturayım" dedi. Hükümdar da o zâta izin verdi.

O zât, köleyi denize attırdı. Köle birkaç kere suya battı, çıktı. Geminin bir tarafına can havliyle tutundu. Onu saçından tutup gemiye aldılar. Bu olaydan sonra köle, köşesinde sessiz ve sâkin oturdu.

Hükümdar âlimden bu işin hikmetini sordu. O da; "Köle suya girmeden evvel, gemideki selâmetin kadrini ve kıymetini bilmiyordu. İşte huzûrla, saâdet ve sıhhat de böyledir. Huzûr içinde yaşıyan, mesûd olan, bir felâkete uğramadıkça, o huzûr ve saâdetin kıymetini bilmez. İnsan hasta olmadıkça da, sağlığının kıymetini bilmez" dedi.

10 Nisan 2009 Cuma

NAMAZ ADAMI YOLDA KOMAZ

"Evimizin önünden akan bir nehir olsa, günde beş defa bu nehirde yıkansanız, üzerinizde kirden pastan hiç eser kalır mı? İşte beş vakit namaz böyledir, günahları siler süpürür."1(H.S.)

Yani namaz insanın ruhunu yıkar, kalbini saf ve temiz hale getirir.

Bazıları "kıl kıl bitmiyor" diye bahane edip gaflete düşebilir ve namazı terkedebilir. Namazın anlamını bilerek, huşu içinde eda eden kişi "kıl kıl bitmesin" ister.

Namaza başlama tekbiri sırasında "Allah'ü Ekber" diyerek elini kaldıran insan sanki şunu demek ister: "Ben şu anda bütün dünyevî kaygıları ve maddî düşünceleri, kısacası Hak'tan gayri her şeyi elimin tersiyle arkaya atıyor ve yüce Mevlâ'nın huzuruna çıkıyorum." Bu niyet ve duyguyla ibadete başlayan kişi; namaz sırasında Allah'a tam bir yakınlık içinde olacaktır. Onun için "Namaz mü'minin mîracıdır."3 buyrulmuştur.

Mîraç sırasında Sevgili Peygamberimiz nasıl ki, Allah yakınlığının son noktasını yaşamışsa, müslüman için de namaz, Allah'la beraber olmanın yoludur.

Bir kimsenin namazı, o sırada Allah'ı hatırlaması ölçüsünde değer taşır. Gaflet içinde kılınan namaz şeklen namaz olsa bile, gerçek namaz olmaktan uzaktır. Bununla birlikte namaz sırasında bir an bile Allah'ı hatırlayıp, kendini O'nun huzurunda hissetmek dahi bir başarıdır. İnsan namaz kılarken en azından böyle bir huzur ânını yakalamayı düşünmelidir. Namazda huşûun şartı sağında solunda kimin bulunduğunu bilmemektir.

" İ. Hakkı Bursevi Hazretleri başlama tekbiri alırken iki elin birden kaldırılmasını şöyle yorumlar: "İşin gerçeği şudur: Sağ el âhiretten, sol el dünyadan ibârettir. Elleri kaldırmak ise, dünya ve âhiret ilgisini elden çıkarıp arka tarafa atmak ve her ikisi sebebiyle de büyüklenmeyi yok etmek anlamını taşır."

Namazda ilk okunan dua olan "Sübhâneke" kelimesinin anlamı "Allahım seni tesbih ve tenzih ederim, sen en yücesin, sen en büyüksün" demektir.

Daha sonra "Fâtiha" suresi okunur. Burada Rab'la bir konuşma söz konusudur. Önce Allah'a hamdedilir. O'nun âlemlerin Rabbi olduğu, her şeyin sahibi ve hâkimi bulunduğu belirtilir. "Yalnız sana kulluk ederiz." denir. Daha sonra "Yalnız senden yardım dileriz." denir. Yani bana kulluk etme imkan ve gücünü veren de sensin demektir."Ya Rab, ben sana sığınıyorum. "Bizi sırât-ı müstakîme (doğru yola) ilet." diye dua ve niyazda bulunulur.


Bir hadisi kudside Cenab-ı Allah şöyle buyurur: "Ben namazdaki Fâtiha suresini kulumla kendi aramda yarı yarıya bölüştürdüm, kulumun istediği onundur." Kul "Elhamdü lillâhi Rabbi'l'âlemîn" dediği zaman, Allah: "Kulum beni senâ etti" der. Kul: "Mâliki yevmiddîn" dediği zaman, "Kulum beni övdü" der. Kul "İyyakena'budu ve iyyakenestain" dediği zaman: Allah: "Bu kulumla benim aramdadır ve kulumun istediği hakkıdır" der. Kul: "İhdine'ssırâta'l-müstakîm sırâtallezine en'amte aleyhim gayri'l-mağdubi aleyhim ve le'ddallîn" dediği zaman Allah: "İşte bu kulumundur ve kulumun istediği hakkıdır" buyurdu."9


"Rükû" eğilmek demektir. Allah'a saygının, Onun büyüklüğünü itiraf etmenin fiilî şeklidir. İnsan aziz (izzet sahibi, değerli) bir varlıktır. Başka fâni varlıklar karşısında eğilmek ona yakışmaz. Allah'ın huzurunda eğilip, kulluğun sâdece O'na âit olması gerektiğini bilenler, başkaları önünde eğilmezler. Rükûda Allah'ın azamet ve yüceliği dile getirilirken, doğrulunca da şükrün O'na mahsus olduğunu belirten sözler söylenir.

Secde vaziyeti insanın Rabbine en yakın olduğu haldir. İnsan Allah karşısında maddî olarak ne kadar eğilir ve küçülürse, mânen o nispette büyür ve yücelir.

Namazın sonunda okunan "Ettahiyyâtü" duasıyla ilgili şöyle bir görüş vardır: Bu dua, Miraç'ta Hz. Peygamber'le Yüce Allah arasında geçen bir konuşmanın hâtırasıdır.13 O mutlu anda Resulullah "Her türlü selâmın, duanın, güzelliğin Allah'a yönelik olduğunu" söyler. Allah da: "Ey Peygamber selâm/esenlik, rahmetim ve bereketim sana olsun." diye mukabelede bulunur. Bunun üzerine Hak Resûlü: "Esenlik ve güzellikler aynı zamanda Allah’ın iyi kullarının da üzerine olsun." der. Ve şehâdet kelimesiyle duasını bitirir.

Namazda bu huşu ve feyzi yakalayamamak namazdan vazgeçmeyi gerektirmez. Gönül ehli şöyle diyor: "Önünde beklediğiniz kapıyı cevap almak için çalınız. Cevap gelmeyince vazgeçen muhtaç değil demektir. Bu durumda ev sahibi ona ilgi göstermez. Bu yüzden namaz terkedilirse mânevî kayıp büyük olur.


" Namazda Allah'ın huzurunda bulunduğunun farkında olmayan ve aklı fikri ticaretinde veya başka dünyevi işlerinde takılıp kalan kimse, gerçek anlamda namaz kılmış sayılmaz. Hz. Ali'nin, bacağına saplanan bir okun çıkarılması sırasında, onun vereceği acıyı hissetmemek için namaza durduğu ve o esnada çıkarma ameliyesinin yapıldığı söylenir.16 Kur'an'da gaflet içinde ibadet edenler için "Yazıklar olsun o namaz kılanlara" "(Mâun Sûresi) buyrulur. Hadiste: "Nice namaz kılanlar vardır ki, kıldıkları namazdan ellerine geçen sadece uykusuzluk ve zahmettir."5 denir.

Serrac'a (ö.378/988) göre namazda kıyam edebi, Allah'ın huzurunda bulunma şuurudur. Kıraat edebi, Kur'an âyetlerini gönül kulağıyla dinliyormuş gibi, yahut da Allah'a okuyormuş gibi bir duyguyla okumaktır. Rükû edebi, Allah'ı yüceltmek, kendisini bir toz zerresi gibi görmek, "Semiallahü limen hamideh" sözünü Allah'ın işittiğini bilmektir. Secde edebi, Allah'a en yakın olma halini hissetmek ve O'nu aziz bilmektir.22



DİPNOTLAR: 1. Müslim, Mesacid, 283. 3. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, IV, Yûnus suresi 10. âyetin tefsiri. 5. İbn Mâce, Sıyam, 21. 8. Kuşeyrî, Risâle, çev. Süleyman Uludağ, 155, Dergâh Yayınları, İstanbul 1978. 9. Müslim, Salât, 37; İbn Arabî, Mişkâtü'l-Envâr, çev. Mehmet Demirci (Nurlar Hazînesi), 98-100, İz Yayıncılık, 2. baskı, İstanbul, 1994. 13. Bk. Ahmet Naim, Tecrîd-i Sarih terc, II, 876. Tahiyyat duasının bu mânâda yorumu için bk. Halûk Nurbaki, Tek Nur, 144, İstanbul 1989. 16. Benzeri bir olay için bk. Hucviri, age, 441. 22. Ebu Nasr Serrac et-Tûsî, el-Luma, çev. H. Kâmil Yılmaz (İslam Tasavvufu), 160, Altınoluk Yayını, İstanbul, 1996.


9 Nisan 2009 Perşembe

ATALARIMIZDAN DERSLER

Tarlada ekinim var deme, ambara girmeyince.

Hayırlı evladım var deme, el koynuna girmeyince.

Sadık dostum var deme, başına bir şey gelmeyince.

Vefakar karım var deme, yok günü görmeyince.




İşin başına geç varandan,

Bal vermeyen arıdan,

Kocasından sonra kalkan karıdan ,

Haram kazanılan paradan kimseye hayır gelmez.






Zengini fakir eden hayırsız evlat.

Memuru, tüccarı fakir eden süslü avrat.

Fakiri fakir eden kuru inat.

Çok acıma acınacak hale gelirsin.





Bilmeyen ve bilmediğini bilen çocuktur, eğitin.

Bilen ve bildiğini bilmeyen uykudadır, uyandırın.

Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen aptaldır, uzaklaşın.

Bilen ve bildiğini bilen liderdir, takip edin.


ÜÇ ÇEŞİT İNSAN VARDIR....
BİRİNCİSİ EKMEK GİBİDİR, HER GÜN ARARSINIZ.

İKİNCİSİ İLAÇ GİBİDİR, LAZIM OLUNCA ARARSINIZ.

ÜÇÜNCÜSÜ MİKROP GİBİDİR, O GELİP SİZİ BULUR...


ASİLLER İDARE EDER, ACİZLER ŞİKAYET EDER, BASİTLER İFTİRA EDER...

EN DEĞERLİ İNSAN , KULAĞINDAN GİRENİ YÜREĞİNE GÖMEN İNSANDIR...

3 Nisan 2009 Cuma

CENNETİN ÇOCUKLARI











Geçenlerde bir filmi izledim. İsmi cennetin çocukları, İran yapımı imiş. Sanırım film de iranda geçiyor. Fakirliği, çaresizliği konu eden acıklı ama sahici bir film.
Başrolde iki küçük çocuk, iki kardeş, ikiside birbirinden tatlı, ikiside birbirinden anlayışlı. Hüzünlerini, duygularını o kadar güzel gösteriyorlarki, kendinizi kaptırmamanız mümkün değil.

Bir ayakkabıyı iki kardeş ortaklaşa kullanmak zorunda kalıyorlar. Kız kardeşi sabahçı okuldan çıkar çıkmaz koşa koşa geliyor abisi giyip koşarak okula gidiyor. Kız abisine ayakkabıyı yetiştirmek için koşarken ayakkabı büyük olduğu için ayağından çıkıp kanala düşüyor.

O anda siz kendinizi bırakıveriyorsunuz artık. Yanınızda bir mendil bulundurmak şart oluyor.

Filmi eşimle birlikte seyrediyorduk. Eşim bir ara kalkıp "ben artık dayanamıyorum, sen o kadar mazoşistsen kal izle" dedi. Ağlamamak elde değil, kendinizi tutamıyorsunuz.

Bana hayatta sahip olduklarımın kıymetini hatırlattı. Herşeyi dert ediyorsanız, yokluktan şikayet ediyorsanız, arabanızın modelini yükseltemediğiniz yada ikinci evi alamadığınız için hayıflanıyorsanız bu filmi mutlaka izleyin.

Fakirliği, imkansızlığı, çaresizliği hiç abartmadan öyle güzel göstermişler ki kalbinizin ta derinliklerinde hissediyorsunuz.
Bu bir film, gerçek hayat değil. Ama eminim ki gerçek hayatta daha kötüleri de vardır.

Hem kendi sahip olduklarımız için Allaha şükretmeliyiz hemde ihtiyacı olanları, başta yakınlarımızı kollayıp gözetmeliyiz.

Size iyi seyirler diliyorum.













1 Nisan 2009 Çarşamba

SEÇİM SANDIĞI


Pazar günü sandık başkanıydım. İstemedim ama devlet baba cebren ve hile ile sandıkta görevlendirdi. Daha öncede sandık başkanlığı yapmıştım. Özellikle bu yerel seçimlerin ne menem bir olay olduğunu bildiğimden aman beni yazmayın demiştim ama nafile.

Herneyse sonuçta pazar günü saat 7'de elimizde eşek ölüsü gibi torbalarla gittik sandığa. Allahtan sandıkta görevli diğer arkadaşlar sorumluluk sahibi insanlardı. Hiç bir aksama olmadan işlerimizi hallettik ve akşam saat 10'da torbamızı teslim ettik.

13-14 saatlik deneyimin sonucunda ıkardığım netice şudur: "EĞİTİM ŞART"

Tekrar tekrar söylüyorum "teyzeciğim, ablacığım yalama yapıştırma, kurumasını bekleme, mühür karşı tarafa geçse de birşey olmaz". Yok anlayan yok. Sırada bekliyor onca insan. Seri olması için neredeyse yalvarıyorsunuz ama nafile. Utanmasalar saç kurutma makinası getirip mührü kurutacaklar.

Sırada beklememek için yaşlılığını tüm hastalıklarını bir bir sayanlarımı ararsın, ismimi hiçbir listede bulamadım burada kullanmak istiyorum diyenimi..

45-50 yaşlarında bir teyzemin sırası geldi oy kullanacak. Suratı beş karış belliki beklemekten sıkılmış ama bu kadar olmaz. Kadının kaşları zaten doğuştan çatık. Bu ne surat diye içimden geçirmedim desem yalan olur. Oyunu kullandı sonra giderken bize "biraz güleryüzlü olabilirdiniz" dedi. Bir an ne olduğunu anlayamadık birbirimize bakakaldık. Hemen arka sıradakiler çekiştirmeye başladılar kendisinin asık suratlı olduğundan filan. Anlayacağınız dedikodu seçim sandığında bile vardı.




Bir seçim daha geçti. Memlekete hayırlı uğurlu olsun.

OLMAYA CİHANDA DEVLET BİR NEFES SIHHAT GİBİ



Yemeğe tuz ile başlanırsa beyin tarafından gönderilen bir uyarı sayesinde, midede mukus denilen sindirimi kolaylaştırıcı bir tabaka oluşturur ve midenin sindirime hazırlıksız yakalanmasını önler…

• Yemek yerken yerde oturarak sol ayağı katlayıp sağ ayağı karna çekerek oturulup yenildiğinde, su ile doldurulmuş balon şeklinde olan midenin çıkış kısmını kapatarak yenilen gıdanın tam sindirilmeden bağırsaklara kaçmasını önler ve mide dolunca da doygunluk hissi vererek çok fazla yemeden kalkmamızı sağlar...

• Yemek yerken yemeğin ortasında su içildiğinde içilen su yenilen gıdaların sindirilmesine, gerekli vitaminlerin emilmesine katkıda bulunur ve midede doygunluk hissi vererek az yemeye vesile olur...

• Oturularak ve en az 3 yudumda içilen su, dil ve ağız bölgesinde daha fazla duraksadığından tükürük bezleri için gerekli olan suyun emilimini artırıp anti bakteriyel ve antioksidan etkiye sahip tükürüğün salgılanmasını artırarak ağız ve diş sağlığına katkıda bulunur...

• Uyurken sağ yana dönüp yatıldığında solda olan kalbimizin daha rahat çalışmasına neden olarak, kalbi yormadan dinlenmiş bir vaziyette kalkmamızı sağlar…

• Tuvalete girerken sol ayakla ilk adım atıldığında kaygan olan zeminde ayağın kayması durumunda sola göre daha güçlü olan sağ ayak düşmeyi engelleyerek vücudu dengeler...

• Banyo yaptıktan sonra ayaklara soğuk su dökmek kan dolaşımını hızlandırıp sıcak sudan dolayı genleşmiş olan damarların içindeki kanın aktivasyonunu artırarak tansiyon düşüklüğünü önler ve savunma mekanizmasını güçlendirir…

• Kesintisiz uyunan uzun gece uykuları, damarlarda vazodilatasyona neden olduğundan, uyku ortalarında kalkıp el yüz yıkamak, az yorucu egzersizler yapmak vazodilatasyonu engeller ve daha zinde kalkılabilir…

• Bütün bunları, 1600 sene evvel Peygamberimiz (sav) bizzat kendisi hayatında uygulamış ve ümmeti için de tavsiye etmiştir...
SAĞLIKLI GÜNLER DİLERİM...

PENCERE

Genç bir çift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine taşınmışlar.

Sabah kahvaltı yaparlarken, komşu da çamaşırları asıyormuş.

Kadın kocasına ' Bak, çamaşırları yeterince temiz değil, çamaşır yıkamayı bilmiyor,
belki de doğru sabunu kullanmıyor.' demiş.

Kocası ona bakmış, hiçbir şey söylememiş, kahvaltısına devam etmiş.
Kadın, komşusunun çamaşır astığını gördüğü her sabah aynı yorumu yapmaya devam etmiş.

Bir ay kadar sonra, bir sabah, komşusunun çamaşırlarının tertemiz olduğunu gören kadın çok şaşırmış. 'Bak' demiş kocasına ' Çamaşır yıkamayı öğrendi sonunda, merak ediyorum, kim öğretti acaba ?
''Ben bu sabah biraz erken kalkıp penceremizi sildim" diye cevap vermiş kocası.

Hayatta da böyle değil midir ? Başkalarını izlerken gördüklerimiz, baktığımız pencerenin ne kadar temiz olduğuna bağlıdır. Birini eleştirmeden ve hemen yargılamadan önce zihin durumumuza bakmak ve 'iyi' olanı görmeye hazır olup olmadığımızı fark etmek güzel bir fikir olabilir ...




Pencerelerimizi temiz tutabilmek dileğiyle...